Köyün tek saatçisi olan İlyas Efendi’nin dükkânı, artık zamanı ölçmüyordu. Yelkovanlar, yorgunluktan yel gibi esen bir rüzgârda asılı kalmış yapraklar gibiydi. Kimi ileri kimi geri gidiyor, kimisi dönmeyi bile bırakmıştı. İlyas, buna "toprak ayarı bozuldu" diyordu. Toprak... Her şeyin temeli.
Dağın yamacında üç kavak vardı. Birbirlerine yaslanmış gibiydiler, ama köklerinden biri kararmış, biri susuzluktan çatlamıştı. En sağdaki ise eğilmişti, sanki birine boyun eğmiş gibi. Bu kavaklar köyün üç direği sayılırdı: Adalet, geçim ve umut. Son zamanlarda rüzgâr ne zaman esse, yaprakları farklı dillerde uğuldardı. Kimse ne dediklerini anlamaz, ama herkes içine bir kasvet çöktüğünü bilirdi.
Bir sabah, yer inledi. Toprak homurdandı. Evlerin çoğu bir karton kutu gibi üst üste yığıldı. Cam kırıkları, eski borç defterleri ve yarım kalmış umutlar saçıldı sokaklara. Kimi gözyaşıyla toprağı suladı, kimi sessizce bir duvarın dibine oturup sigarasını yaktı. Fakat kimse "neden" diye sormadı. Çünkü sorunun cevabını herkes, çoktan unutmuş gibiydi.
Yangınlar çıktı sonra. Gökten değil, yürekten gelen bir ateşle. Ormanlar yandı, serçeler evsiz kaldı. Ama gazetelerde çıkan haberler sadece "bilanço"dan söz etti: şu kadar hektar, bu kadar zarar. İnsanlardan hiç bahsetmediler. Ne Hatice Teyze’nin küle dönen zeytinliğinden, ne de Ali’nin yanmış oyuncak traktöründen...
Kasabanın zenginlerinden biri, konağının avlusuna yeni bir heykel diktirdi o sıralar. Elinde terazi tutan bir kadın. Ama terazinin bir kefesi düşmüş, yerdeydi. Kimse tamir etmedi. Zaten adalet çoktandır bir gölgeydi, taş haline bile gelememişti.
Çocuklar sokakta eski teneke kutularla futbol oynuyor, kadınlar ekmek sırasında hâlâ birbirine gülümsüyordu. Çünkü halkın kalbi, hâlâ kırılmamıştı. Sadece biraz suskun, biraz da nasırlıydı. Oysa kulak veren herkes bilir: En derin acılar, en sessiz sokaklarda yankılanır.
Ve İlyas Efendi, tam o gün, tam öğle vakti, durmuş bir saatin camını silerken mırıldandı:
“Zaman ileri gitmiyor artık. Geri de dönmüyor. Sanki bu ülke, tek bir anda takılı kalmış: Ne başlıyor, ne bitiyor.”
Kavaklar hâlâ ayaktaydı. Ama kökleri ağlıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder