Her şey bir tüyle başlar.
Uçuşan, yere inen, bir çocuğun ayaklarının dibine konan bir tüy. Bilge Karasu’nun metinlerinde olduğu gibi, burada da tüy, hem rastlantının hem yazgının sembolüdür. Uçar, savrulur ama bir şekilde bir yere konar. Tıpkı insanın hayat dediği mevhuma düşmesi gibi.
Forrest, aklın “eksik” saydığı, ama ruhun çoğu zaman anlamakta geciktiği bir düz çizgidir. O bir kahraman değil; süren bir sessizlik, akan bir ırmak gibidir. Konuşmaz fazla, açıklamaz, yargılamaz. Yalnızca olur. Yaşamın onu koyduğu yerde, adım adım, hiç direnmeden yürür. Bu yürüyüş, dünyanın anlamsızlığını kuşanmış bir azizin yürüyüşüdür.
Jenny, onun en çok istediği ama asla ulaşamadığı şeydir: İrade. Jenny, kaçandır. Yaralanandır. Kendi geçmişinin hayaletlerini taşır. Forrest’in sade varoluşuna zıt, parçalı, çatlak, modern bir ruhtur. Jenny, bu yönüyle zamane bir Sisifos; Forrest ise hiç taş yuvarlamamış bir ermiştir. İkisinin hikâyesi, bir araya gelmeyen iki zaman çizgisi gibi akar film boyunca.
Koş Forrest, koş! der Jenny bir gün. Ve Forrest koşar. Bacaklarındaki demir kırılır. Bu sahne, Bilge Karasu’nun “dil çözüldüğü an” dediği o büyük kırılmadır. İnsan, kendi çeperlerinden kurtulunca konuşmaya değil, harekete başlar. Koşmak burada kelimelerden önce gelen bir hakikattir.
Filmin içindeki tarihsel olaylar —Vietnam Savaşı, Watergate, Elvis Presley— sadece dekor değil; onlar Forrest’in üzerine yağmur gibi yağan ama onu ıslatmayan gerceklerdir. O, dış dünyanın karmaşasına temas eder ama onunla kirlenmez. O bir bilgedir farkında olmadan.
Forrest Gump, Bilge Karasu’nun metinlerinde sık sık rastladığımız “sade olanın trajedisiyle donanmış sessiz karakter” tipinin bir Amerikan versiyonudur. Hayat ona olur; o hayata karşı durmaz. Belki de bu yüzden hayat onu ödüllendirir: Bir çocuğu olur. Tüy yine uçar. Hayat devam eder.
“Yaşam bir kutu çikolatadır” der Forrest. Ama belki Karasu şöyle derdi:
“Yaşam, içinden ne çıkacağını bilmediğimiz bir karanlıktır. Ama biz yine de elimizi uzatırız içine. Çünkü başka ne yapabiliriz?"
Forrest; bilincin alt basamağı, ikinci ses..
Bilge Karasu’nun Gece adlı romanında anlatıcılar birbirine karışır; kim konuşuyor, belli değildir. Forrest da “konuşmayan” ama anlatan bir bilinçtir. O bir dış ses değil, bir iç suskunluk gibidir.
Karasu’nun şu cümlesi tam Forrest’a uyar:
"Konuşmadığı için mi bu kadar doludur içinde olanlar?”
Forrest konuşmaz ama her şeyi yaşar. O, akıllı olmaktan çok var olan bir figürdür. Karasu’nun eserlerinde zekânın değil, anlamın peşinde koşmayan bir varlığın saf hali vardır. Forrest da böyledir: Yargılamaz, analiz etmez, yalnızca katılır ve kalır.
Jenny: Dağılmış Kimlik, Sisifos’un Kız Kardeşi
Jenny, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’nda anlatılan, kendi parçalanmışlığında yitmiş karakterlerle örtüşür. Çocukken uğradığı travmalar, onu sürekli kaçmaya zorlar. Forrest’ın durağanlığına karşılık Jenny hep harekettedir, ama bu hareket, bir yön arayışının değil, yönsüzlüğün ifadesidir.
O, kendi çocukluğunun altına gömülmüş bir insandır.
“Beni burada bulamazsın Forrest” derken, aslında şunu demektedir:
“Ben artık kendimi bile bulamıyorum.”
Jenny, Karasu’nun dünyasında geceye karışmış, kendi yıkımıyla yaşayan bir figürdür. Jenny'nin sonu, kendi ağırlığını taşıyamayan modern insanın sonudur. Çiçek çocuk ruhlu ama dünya tarafından ezilmiş bir Sisifos’tur.
Teğmen Dan: Felç Olmuş İrade, “Kırılmayan Gece”
Teğmen Dan, kaderiyle savaşıp yenilen bir karakterdir. Karasu’nun yazılarındaki gibi, kendi varoluş biçimiyle çatışma halindedir. Bacaklarını kaybettiğinde aslında kimliğini de kaybeder.
Karasu'nun Gece’sinde sıkça geçen bir düşünce:
“Bedenin karanlığı ile ruhun karanlığı aynı odada toplanırsa, insanın aklı dışarıda kalır.”
Dan’ın bedeni yaralıdır, ruhu da. Ama Forrest ona sabırla eşlik eder. Sabır burada iyileştirici değil, karşı koymayan bir direnç gibidir. Forrest’in onu balıkçılığa ikna etmesi, Karasu’nun "geceyi delen bir iğne" metaforuna benzer: Sessizce, ısrarla, hiçbir şey istemeden “orada olma” hâlidir bu.
Hayat: “Bir Kutu Çikolata” Değil, “Bir Gece Boyunca Aç Kalan Kedidir”
Forrest’in meşhur sözü, "Hayat bir kutu çikolatadır..." repliği Karasu’nun yazınında çok daha ironik ve metaforik bir biçimde ifade edilirdi. Karasu için hayat:
“Ne tam karanlık, ne de ışık. Ne bir son, ne de bir başlangıç.
Sadece, uzayıp giden bir ‘bekleyiş’.”
Bilge Karasu’nun “ne kitapsız ne kedisiz” sözü burada devreye girer. Forrest’in kedisi yoktur, kitabı da yoktur, ama o bir kitapsızlık biçimiyle yaşar. Bilmeden bir tür bilgeliğe ulaşır. Onun hikâyesi, okunmayan ama yaşanan bir metindir.
Sonuç olarak;
Eğer Karasu, Forrest Gump hakkında bir öykü yazsaydı, muhtemelen şöyle bir paragrafla başlardı:
“Dünya konuştu. Hep konuştu. O sustu.
Dünya hızlandı. O yürüdü.
Dünya yön seçti. O sadece gitti.
Ne zaman bir soru sorsan, gülümserdi.
Çünkü bazı soruların cevabı ancak yaşanarak verilir, konuşularak değil."
Saygılar.
Işık sizinle olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder