14 Temmuz 2025 Pazartesi

Avuç içi kadar "mutluluk"


Bir zamanlar uzak diyarlarda, yalnızca büyük şeyleri arayan bir adam yaşarmış. Onun için hayat, ancak zirvelerde yaşanırsa anlamlı olurmuş: En yüksek dağın tepesine çıkmak, en parlak yıldızı tutmak, en büyük alkışı duymak… Ama yol boyunca ayağının altındaki çiçekleri görmezmiş.
Bir gün, çölü geçmeye karar vermiş. Herkes ona “Güneş yakar, kum acıtır, susuzluk öldürür,” demiş. Ama o dinlememiş. Büyük mucizeleri ancak büyük sınavlar getirirmiş, değil mi?
Günler geçmiş. Güneş her gün biraz daha fazla yakmış, kumlar biraz daha sertleşmiş. Adamın gözleri ufukta hâlâ bir dağ, bir saray, bir define arıyormuş. Ama karşısına ne dağ çıkmış, ne saray, ne de define.
Tam pes edecekken, dizlerinin üstüne çökmüş. Ellerini yere bırakmış. O anda, kumların arasına sıkışmış minicik bir çiçek fark etmiş. Güneşin kavurduğu yerde, kimsenin görmediği bir mucize. Ne büyük, ne gösterişli, ne alkış isteyen... Sadece oradaymış. Sadece varmış.
Ve adam ilk defa ağlamış. Çünkü ilk defa gerçek bir şey görmüş.
O an anlamış:
Hayat, dev dalgaları beklerken kıyıya vuran küçük damladaydı.
İnsan, şimşekleri izlerken gözden kaçırdığı sabah çiğlerinde yitiyordu.
Ve mutluluk, büyük zaferlerin ardında değil, bazen bir çocuğun elini tuttuğun anda, bazen pencereden süzülen ışıkta, bazen de içtiğin çayın buharında gizliydi.
Mutluluğu hep devasa bir armağan sandık. Oysa o, cebimize gizlice konan küçük bir taş, avuç içimize denk gelen bir meltemdi.
Ve çölü geçmenin sırrı, sonundaki vahada değilmiş. Her kum tanesinde, her adımda gizliymiş asıl hazine.

H.D.

Saygılar. 
Işık sizinle olsun..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder